Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı.
Millî Teşkilât Kurulması ve Milletin Uyarılması
Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta millî teşkilât kurulması gereğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil idare âmirlerine bildirdim. Dikkate değer bir noktadır ki, İzmir’in, onun arkasından da Manisa ve Aydın’ın işgali ile yapılan saldırı ve zulümler hakkında millet daha aydınlanmamış; millî varlığa vurulan bu korkunç darbeye karşı açıktan açığa herhangi bir tepki ve şikâyet gösterilmemişti. Milletin, bu haksız darbe karşısında sessiz ve hareketsiz kalması, elbette kendi lehine yorumlanamazdı. Onun için milleti uyarıp harekete getirmek gerekirdi. Bu maksatla 28 Mayıs 1919 tarihinde valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum’da 15. Kolordu ve Diyarbakır’da 13. Kolordu Komutanlıklarına, Konya’da Ordu Müfettişliği’ne birer genelge gönderdim.
Mitingler, Millî Gösteriler
Verdiğim emir üzerine, her yerde gösteri toplantıları yapılmaya başlandı.
Yalnız, sınırlı birkaç yerde bazı yersiz korkularla kararsızlığa düşüldüğü anlaşılmıştır. Örnek olarak, 15. Kolordu Komutanı‘nın Trabzon hakkında gönderdiği, 9 Haziran 1919 tarihli şifreden: “Miting sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri ve hiç yoktan bir olay çıkabileceği düşüncesi ile, mitinge karar verilmişken bu kararın uygulanmadığı… Mitingi düzenleyen kurulun toplantısında İstrati ve Polidis’in de hazır bulunduğu” anlaşılıyordu.
Trabzon, Karadeniz kıyısında ve önemli bir mekez olduğundan, orada millî girişim ve faaliyetler konusunda gösterilen kararsızlık ve Yunanlılar aleyhinde millî gösteriler yapılması görüşmelerinde İstrati ve Polidis Efendiler’i de bulundurmak gibi, teşebbüsün ciddiyetsizliğine delil sayılacak gevşeklikler, elbette İstanbul ve düşmanlar için pek değerli sayılacak belirtilerdir.
Verdiğim talimattaki esasları kötüye kullanacak kadar ustalık gösterenler de oldu. Söz gelişi, Sinop’a yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve miting kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu zatın, zavallı halka gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu; “Türkler ilerleyip gelişemedi. Avrupa medeniyet esaslarını kabul edemedi ve benimseyemedi ise, bu da şimdiye kadar iyi bir yönetime kavuşamamış olmasından ileri gelmiştir. Türk milleti, ancak kendi padişahının saltanat ve hâkimiyeti altında olmak şartıyla, Avrupa’nın himâye ve kontrolu altında kurulacak bir yönetim şekli ile yaşayabilir.”
Efendiler, Sinop halkı adına İtilâf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 tarihli bu muhtıranın altındaki imzalara göz gezdirirken, müftü vekili efendinin imzasından sonra gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bana keşfettirdi. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası‘nın ikinci başkanı olan
zatın imzası idi.
İstanbul’a Geri Çağrılışım
8 Haziran 1919’da İstanbul’a Harbiye Nâzırı tarafından çağrıldığımı ve gizlice sorup soruşturmam üzerine, kimler tarafından ne için istendiğimi, devlet adamlarımızdan birinin haber verdiğini daha önce başka bir münasebetle yaptığım açıklamada ifade etmiştim. O zat, Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış olan yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum’da görevden ayrıldığım tarihe kadar değişik Harbiye Nâzırlarıyla ve doğrudan doğruya sarayla devam etmiştir.
Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bir komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, Millî teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, şahsen isyancı duruma geçmiş olduğuma şüphe edilemezdi. Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin köklü ve şiddetli olacağını tahmin etmek güç değildi. O halde yapılacak her şeyin mutlaka bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey’et adına olması gerekli idi.
Sivas’ta Genel Bir Millî Kongre Toplama Kararı
Bu sebeple, 18 Haziran 1919 tarihinde, Trakya’ya verdiğim direktifte işaret ettiğim bir noktanın uygulanma zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki, o nokta, Anadolu ve Rumeli’deki millî teşkilâtları birleştirerek bir merkezden temsil ve idare etmek üzere, Sivas’ta genel bir millî kongre toplamaktı. Bu amacın gerçekleştirilmesi için yaverim Cevat Abbas Bey’e 21/22 Haziran 1919 gecesi, Amasya’da yazdırdığım genelgenin esas noktaları şunlardı:
1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2. İstanbul hükûmeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin istek ve kararı kurtaracaktır.
4. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle dünyaya duyurmak için her türlü baskı ve kontroldan uzak milî bir hey’etin varlığı gereklidir.
5. Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta hemen millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
6. Bunun için bütün illerin her sancağından, milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin, mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir.
7. Her ihtimale karşı, bu mesele millî bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler, gerek tiğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.
8. Doğu illeri adına, 23 Temmuz’da, Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O tarihe kadar öteki illerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi’nin üyeleri de Sivas genel kongresi’ne katılmak üzere hareket
ederler.”
Görüyorsunuz ki, bu yazdırdığım hususlar, zaten vermiş ve dört gün önce Trakya’ya ilân etmiş olduğum bir kararın, bir genelge ile Anadolu’ya bildirilmesinden ibarettir. Bu kararın 21/22 Haziran 1919 gecesi karanlık bir odada alınmış korkunç ve esrarlı yeni bir karar olmadığı, zannımca kolaylıkla takdir buyurulur.
Bu noktanın aydınlanması için, arzu buyurursanız küçük bir açıklamada bulunayım.
Efendiler, o müsvedde işte bu kâğıtlardır (göstererek), dört maddeliktir. İçindekileri bildirdim. Sonunda benim imzam vardır. Bir de görevi dolayısıyla Kurmay Başkanım olan Albay Kâzım Bey’in (şimdiki İzmir Valisi Kâzım Paşa), kurmay hey’etinden tebliğ işleriyle görevli memur Hüsrev Bey’in (şimdi büyükelçi), askerî makamlara şifreleyen yaverim Muzaffer Bey’in ve sivil makamlara şifreleyen bir memur efendinin imzaları vardır. Bunlardan başka daha bazı imzalar vardır.
Adını Saklayan Bir Tanıdığın Amasya’ya Gelmesi
Bu imzaların bu müsveddeye konması iyi bir şans ve tesadüf eseridir.
Daha Havza’da bulunduğum sırada, Ankara’da bulunan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan bir şifreli telgraf aldım. Bu telgraf, aşağı yukarı: “Tanıdığımız bir şahıs bâzı arkadaşlarla birlikte İstanbul’dan buraya gelmiştir. Nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda ne emir buyuruyorsunuz?” şeklinde idi. Adeta bir bilmeceyi andıran bu telgraf, bende büyük bir merak ve hayret uyandırdı. Söz konusu edilen şahsı tanıyorum, benden nasıl hareket edileceğini soruyor; Ankara’da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında, telgraf da şifrelidir. O halde neden adını şifreli olarak bile yazdırmaktan çekiniyor? Bir hayli düşündüm, kavrar gibi oldum; tahmin buyuruluyor ki, bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Fakat Fuat Paşa’yı yakından görmek, bölgeleri, çevreleri, düşünceleri üzerinde kendisiyle konuşmak, bence pek istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telgraftan ilham alarak kendisine şu ricada bulundum: “Ankara’dan ayrıldığınızı belli etmeyecek tedbirleri aldıktan sonra, ad ve kıyafet değiştirerek birkaç gün için hemen yanıma geliniz. İstanbul’dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz.”
Gerçekten de Fuat Paşa, dediğim gibi Havza’ya hareket eder. Ancak, bazı zorlayıcı sebepler dolayısıyla, ben derhal Havza’dan ayrılıp, Amasya’ya gitmeğe mecbur olmuştum. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya’ya yönelir. İşte, böylece 21/22 Haziran’da Amasya’da yanımda bulunuyor. Adı şifrede bildirilmeyen zat da Rauf Bey’di.
İstanbul’dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip edileceğini ve beni İstanbul’da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve hareket ettim.
Kendisine de eninde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa, benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey, gerçekten de İstanbul’dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış… Ancak, benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’in yanına gitmek ve İzmir cephesine daha yakın bir yerde olmakla, daha etkili, daha yararlı olacağını zannederek Bandırma-Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde halkın maneviyatını bozuk, durumu tehlikeli ve korkunç bulmuş. Derhal isim değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye, Sivrihisar yoluyla ve arabayla Ankara’ya, Fuat Paşa’nın yanına gelmiş ve bana haber göndermiş. Pek güzel ama, adını saklamak şeklinde beni üzmenin anlamı var mıydı?
Öte yandan 3’ncü Kolordu Komutanım olup Samsun mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey’i artık Sivas’a Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç defa gelmesi için emir vermiştim. Bölgeyi teftişe çıkmış. Emirlerime cevap bile alamıyordum. Nihayet o da, bir rastlantı eseri olarak o gün gelmişti.
Rauf ve Refet Beylerin kararsızlığı
Şimdi, imza meselesine gelelim: Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlar tarafından da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, misafir olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendini ilgili ve yetkili görmediğini nazikçe ifade etti. Bunun tarihî bir hâtıra olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imzaladı. Refet Bey, imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplanmasındaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul’dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın – tuttuğumuz yola göre – anlaşılması pek basit olan bir konuda, böyle bir düşünce ve duygu içinde oluşu bana pek acı geldi. Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa, amacımı anlayınca derhal imza etti. Fuat Paşa’ya, Refet Bey’in çekinmesinin sebebini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa, Refet Bey’den biraz ciddî
açıklama yapmasını istedikten sonra, Refet Bey, müsveddeyi eline alarak kendine göre bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki bunu, bu müsvedde de bulmak oldukça güçtür.
(Buyurun! Merak eden inceleyebilir.)
Efendiler, gereksiz gibi görülebilen bu açıklamalar, daha sonraki yıllara ve olaylara ait bazı karanlık noktaları aydınlatmaya yardımcı olur düşüncesiyle yapılmıştır.
Milli Mücadele’nin bağımsızlık ateşinin yakıldığı, Kurtuluş Savaşı’nın yol haritasının belirlendiği Amasya Genelgesi 102. yılı kutlu olsun!