Geçenlerde Trakya köylerinden birini ziyarete gittim. Gitmişken yumurta alayım istedim. Ne cevap verdiler dersiniz :
– Biz de yumurtayı bakkaldan alıyoruz:
Tüketim toplumu olduk diyorlar, tamam da hücrelerimize kadar mı tüketici olduk?
Peki kim üretecek ?
14 Mayıs’ta “gününü kutladığımız” çiftçi !
Onun durumu nasıl peki?
İçler acısı.
Son 9 yılda her 100 çiftçiden 22 si çiftçiliği bırakmış. Ve bunlar genç nüfus.
Çiftçi nüfusu ilk defa 6 milyonun altına düşmüş. Yaşlı köylü nüfusu yüzde 17 artmış.
Köyler, yakında fil mezarlığı olacak diye korkuyorum.
Tarım 7 bin yıl önce yapılmaya başlandı. Çiftçiler her yıl, mahsulünün bir kısmını ertesi yıla tohumluk olarak ayırırdı. Şimdi Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) yüzünden ayıracak tohum kalmadı desek yeridir.
Örneğin bu ülkenin kadim buğday tohumlarından Kızılca ve Siyez nerede?
Kızılca’yı Kars’ta bazı çiftçiler, Siyez’i de Kastamonu da bir kadın çiftçimiz kendi çabalarıyla üreterek korumaya çalışıyor.
Rusya-Ukrayna savaşı çıktı buğdayda ve yağda dışa bağımlı olmanın acısını çekiyoruz.
Bizim dahil olabileceğimiz bir savaşın sonuçlarını düşünmek bile
korkunç.
Tarım alanları Türkiye’nin 7 de biri kadar olan Hollanda’nın yıllık tarım ürünleri ihracatı 90 milyar dolar. (Türkiye’nin 18 milyar dolar !)
Bizim 7 katımız.
Toprakları 7 kat küçük, geliri 7 kat büyük. İlahi oran !
Türkiye gibi tarımsal potansiyeli çok yüksek, bir kaç tropik bitki dışında her ürünün yetiştiği iklim ve toprağa sahip bir ülkede 4,1 milyon hektar tarım arazisi boş dururken çeşitli ürünlerin ithal edilmesi, uygulanan yanlış politikaların sonucudur.
Üreticileri ve artan gıda fiyatlarını “ithalatla terbiye etme” yöntemi uygulanıyor. Fiyatı artan her tarım ürünü, ithalatla kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Et fiyatı artınca et, buğday fiyatı artınca buğday, pirinç fiyatı artınca pirinç ithal ediliyor. (İthalatta yapılan organize yolsuzlukları biliyorsunuz zaten)
Bu kadar kolay başvurulan ithalat silahı karşısında, yüksek girdi maliyetleri nedeniyle tarımsal üretim cazibesini yitiriyor.
Anlaşılıyor ki Henry Kissinger haklı:
Ne demişti:
“Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.”
Kontrol edilenlerden olmak istemiyorsak “Stratejik Tarımsal Planlama” yapmak zorundayız.
Bunu da ancak makamlara “Sadakate değil liyakat ile” gelenler yapabilir tabi ki.
Bizim planımız ne?
Padişahın ertesi gün tarım konusunda aklına ne gelip de söyleyeceğini bekliyoruz. Politikamız hazretin ruh durumuna göre değişiyor.
Peki aç mı kalacağız ?
Tabi ki hayır . Çözümü var.
1- Karar vericilerde çiftçinin bir ülke için vazgeçilemez olduğu inancı yerleşmeli.
2- Tarım yapılan alanlara bina yapımı yasaklanmalı,
3- Orta ve uzun vadeli istikrarlı politikalar belirlenmeli
4- Ürün ithalatı çiftçiye yönelik silah olarak kullanılmamalı,
5- Üretim maliyetleri düşürülmeli, bu yapılana kadar da üretim maliyeti ile dünya fiyatı arasındaki fark üreticiye destek olarak ödenmeli.
6- Destekler doğru ve amacına uygun kullanılmalı, tarımsal planlamaya uygun ürün ekilen alanlara verilen destek daha yüksek olmalı.
7- Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi tarım destekleri en az 5 veya 7 yıllık dönem için açıklanmalı.
8- Tarımsal bilim ve teknoloji, tarım yapılan en uç noktalara kadar ulaştırılmalı.
Yoksa kuru soğana muhtaç olduğumuz gibi diğerlerine de muhtaç olmamız yakındır.
Yazar ve iş insanı LEMAN CAN